PİRİ REİS :
1465
yılında Karaman'da, Hacı Ali Mehmed'in oğlu ve Türk
denizciliği ekolünün ustası olarak bilinen, Karaman'lı Kemal Reis'in
yeğeni olarak dünyaya gelen Piri Reis’in asıl adı, Muhiddin’dir.
Piri
Reis, Akdeniz'de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve başından
geçenleri, daha sonradan Kitab-ı Bahriye adıyla kaleme alacağı ve dünya
denizciliğinin ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının
taslağı olarak yazdı.
1513 tarihli ilk dünya haritasını çizen Piri Reis, bu haritasında Atlas Okyanusu, İber Yarımadası, Afrika'nın batısı ile yeni dünya
Amerika'nın doğu kıyılarını kapsayan haritayı çizdi.
1526'da, yeniden düzenlediği Kitab-ı Bahriye'yi Kanuni'ye sunan Piri
Reis’in, 1528'de çizdiği, bugün elimizde bulunan Kuzey Amerika
haritasının da bir parçasını oluşturduğu, ilk haritadan daha büyük ölçekli ve
gelişmiş olan ikinci haritası, teknik olarak döneminin en ileri örneğidir.
İBNİ SİNA :
Büyük Türk bilginidir. Ailesi Belh'ten gelerek
Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle
Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10
yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini
öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı.
Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya
ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve
felsefesinin aktarıcısı olarak görürler.
Felsefe, matematik, astronomi,
fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin çeşitli alanlarında
seçkinleşmiş olan, İbn-i Sinâ (980-1037), matematik alanında matematiksel
terimlerin tanımları; astronomi alanında ise duyarlı gözlemlerin yapılması
konularıyla ilgilenmiştir.
İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı
hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi
olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan
eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde
böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir.
İbn-i Sinâ, her şeyden önce bir
hekimdir ve bu alandaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Tıpla ilgili birçok eser
kaleme almıştır; bunlar arasında özellikle kalp-damar sistemi ile ilgili
olanlar dikkat çekmektedir. Ancak, İbn-i Sinâ dendiğinde, onun adıyla
özdeşleşmiş ve Batı ülkelerinde 16. yüzyılın ve Doğu ülkelerinde ise 19.
yüzyılın başlarına kadar okunmuş ve kullanılmış olan "el-Kânûn
fî't-Tıb" (Tıp Kanunu) adlı eseri akla gelir.
İbn-i Sina’nın Kanûn adlı eseri XII. yüzyılda
Latince’ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma’nın
Galen’i de, Er Razi’de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın
Fransa’sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain
Üniversiteleri’nin temel kitabı Kanûn oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına
kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu. Altı
yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en
başında İbn-i Sina’nın Kanûn’u yer almıştır.
Tıpta, modem tıbbın doğuşuna kadar
Doğu ve Batı’da otorite sayılmıştır.
BAŞLICA ESERLERİ :
El-Kanun fi't-Tıb ("Hekimlik Yasası"); Kitabü'l-Necat ("Kurtuluş Kitabı"); Risale fi-İlmü'l-Ahlak ("Ahlak Konusunda Kitapçık"); İşarat ve'l-Tembihat ("Belirtiler ve Uyarılar"); Kitabü'ş-Şifa ("Sağlık Kitabı").
El-Kanun fi't-Tıb ("Hekimlik Yasası"); Kitabü'l-Necat ("Kurtuluş Kitabı"); Risale fi-İlmü'l-Ahlak ("Ahlak Konusunda Kitapçık"); İşarat ve'l-Tembihat ("Belirtiler ve Uyarılar"); Kitabü'ş-Şifa ("Sağlık Kitabı").
HAREZMİ :
Harezmi 770 yılında Özbekistan'ın Karizmi kendinde
dünyaya gelmiştir. Tam olarak ismi Ebu Abdullah Muhammed bin Musa
El-Harezmi'dir. Kendisini matematik tarihinin en büyük bilim adımı olarak
tanımlayabiliriz. Çünkü cebirin ve algoritmanın kurucusudur. El Harezmi sadece
matematikle değil aynı zamanda astronomi ve coğrafyayla da ilgilenmiştir. Batı
dünyasında en çok etkide bulunan bilim adamı diyebiliriz. Çalışmalarına Abbasi
halifesi Mem'un tarafından Bağdat Saray Kütüphanesine getirilmesiyle
başlamıştır. Daha sonra burada yabancı eserlerin tercümesini yapmak amacıyla
kurulan bir tercüme akademisi olan Beyt'ül Hikme'de göreve başlar. Harezmi’nin
bu kadar önemli bir bilim adamı olmasının sebebi sadece cebirin kurucusu olması
değildir aynı zamanda geliştiricisi de olmasıdır. H yatındaki bir çok büyük eserini
Bağdat Saray Kütüphanesinde yapmıştır.
Harezminin eserleri: Harezminin en büyük eseri cebirdir. Kendisi cebirin
kurucusu ve geliştiricisidir. Bu konuda yazılan ilk ve yaygınlaştırılan kitap
El Kitabü'l Muhtasar fi Hisabi'l Cebr ve'l Mukabele 'dir. Harezminin bu eseri
kendisine İslam ve batı bilim dünyasında çok ün kazandırmıştır. Batı dünyası
ilk kez bu kitap sayesinde cebiri kullanmış ve öğrenmiştir. Bu yapıtta ana
konular birinci ve ikinci dereceden denklemlerin çözümleri, binom çarpımları,
çeşitli cebir problemleri ve miras hesabıdır.
Harezmi 70
tane bilim adamıyla çalışarak 830 yılında dünya haritası çizmiştir. Dünyanın
çevresini ve hacmini hesaplama çalışmalarında da yer almıştır. Güneş saatleri,
usturlaplar ve saatler üzerine yazılmış eserleri de vardır. Coğrafyanın yanı
sıra astronomi biliminde de eserler bırakmıştır. Astronomik cetvellerle ilgili
kitaplar yazmış ve bu eserler 12. y.y. da Latince' ye çevrilmiştir.
Türk olan Harezmi İslam bilim dünyasındaki yerini almıştır. Özellikle matematik alanında eserler bırakmış olan Harezmi’nin eserleri Batı bilim dünyasında hala kullanılmakta ve öğretilmektedir. Bu büyük İslam alimi 840 yılında vefat etmiştir.
Türk olan Harezmi İslam bilim dünyasındaki yerini almıştır. Özellikle matematik alanında eserler bırakmış olan Harezmi’nin eserleri Batı bilim dünyasında hala kullanılmakta ve öğretilmektedir. Bu büyük İslam alimi 840 yılında vefat etmiştir.
EL BİRUNİ : ( 973
– 1051)
Yaşadığı çağa damgasını vurup " Biruni Asrı" denmesine sebep olan
zekâ harikası bilgin 973 yılında Harizm'in merkezi Kâs'ta doğdu.. Küçük yaşta
babasını kaybetti. Harizmşahlar tarafından korundu, sarayda matematik ve
astronomi eğitimi aldı.
El-Bîrûnî’nin eserlerinin sayısı yüz seksen civarındadır. Yetmiş adet astronomi ve
yirmi adet de matematik
kitabı bulunmaktadır. Tıp, biyoloji, bitkiler, madenler, hayvanlar ve
yararlı otlar üzerinde bir dizin oluşturmuştur. Ancak bu eserlerden sadece
yirmi yedisi günümüze kadar gelebilmiştir.
Bîrûnî'nin matematikçi yönü, en çok bilinen yönüdür. Yaşadığı yüzyılın en
büyük matematikçisi olan Bîrûnî, trigonometrik
fonksiyonlarda
yarıçapın
bir birim olarak kabul edilmesini öneren ilk kişi olup sinüs ve kosinüs gibi
fonksiyonlara sekant, kosekant ve kotanjant fonksiyonlarını ilave etmesidir.
Bîrûnî’nin bu yönü Batı Dünyası tarafından ancak iki asır sonra keşfedilip
kullanılabilmiştir. Öte yandan Bîrûnî’nin yeryüzünde yükseltisi bilinen bir
noktadan ufuk alçalması açısının ölçülmesi yoluyla merdiven yayı uzunluğunu
hesaplaması da geometri
açısından önemli bir çalışmasıdır. Merdiven yayı uzunluğunun ilk kez Bîrûnî
tarafından bu yöntemle bulunması yaygın bir kanıdır. Ancak Bîrûnî bu yöntemi
başka bir bilginden aldığını belirtmiştir.
"Nihâyâtü'l-Emâkin" (Türkçe: Mekânların
Sonları) adlı yapıtı, coğrafyadan, jeoloji ve jeodeziye kadar bir dizi konudaki yazılarını içerir. Sultan
Mesut'a sunduğu "el-Kanunü'l-Mesudi", Bîrûnî’nin astronomi alanındaki
en önemli yapıtıdır. Bilim tarihçilerine göre o, Kopernik'le
başlayan çağdaş astronominin temellerini atmıştır.
Newton ve Fransız Piscard yaptıkları hesaplama sonucu ekvatoru 25.000 mil
olarak bulmuşlardır. Halbuki bu ölçüyü Bîrûnî, onlardan tam 700 yıl önce Pakistan'da
bulmuştu. O çağda Batılılardan ne kadar da ilerideymişiz. Dünyanın yuvarlak ve
dönmekte olduğunu, yerçekimin varlığını Newton'dan asırlarca önce ortaya koydu.
Henüz çağımızda sözü edilebilen karaların kuzeye doğru kayma fikrini 9.5 asır
önce dile getirdi.
ALİ KUŞÇU :
15. yüzyıl
Türk-İslâm âleminin en önemli astronomi ve matematik âlimlerinden olan Ali
Kuşçu’nun Babası,
Uluğ Bey'in kuşcu başısı (doğancıbaşı) idi. Kuşçu soyadı babasından
gelmektedir. Asıl adı Ali Bin Muhammet'tir. Doğum yeri Maveraünnehir bölgesi
olduğu ileri sürülmüşse de, adı geçen bölgenin hangi şehrinde ve hangi yılda
doğduğu kesinlikle bilinmektedir. Ancak doğum şehri Semerkant, doğum yılının
ise 15. yüzyılın ilk dörtte biri içerisinde olduğu kabul edilmektedir. 16
Aralık 1474 (h. 7 Şaban 879) tarihinde İstanbul'da ölmüş olup, mezarı Eyüp
Sultan Türbesi hareminde bulunmaktadır.
Daha küçük
yaşlardan itibaren matematik ve astronomi alanında devrin büyük âlimlerinden
dersler almaya başladı. Ali Kuşçu, dinî bilgileri Semarkant’taki hocalardan,
matematik ve astronomiyi de Bursalı Kadızade Rumi’den ve Uluğ Bey’den öğrendi.
Pek genç yaşta Uluğ Bey’in kurduğu rasathanenin müdürü oldu (1421)
Ali Kuşçu’nun
bilim dünyasına kazandırdığı önemli çalışmalardan birisi de Ay’ın ilk
haritasını çıkarmasıdır. Bugün Ali Kuşçu’nun adı Ay’ın bir bölgesine
verilmiştir. W. Barhold’un da dediği gibi Ali Kuşçu 15. yüzyılın
Batlamyus’udur.
Ali Kuşçu’nun
en önemli eseri Fethiye adıyla Fatih Sultan Mehmet’e sunulmuş olan Risale-i
fi’l Hey’e (Astronomi Risalesi)’dir. Batı dünyasında da hayret uyandıran bu
eserde çeşitli gök cisimlerinin Dünya’mıza olan mesafeleri, ekliptiğin eğimi
gibi konulara yer vermektedir. Bu eser Batı dünyasınca da kullanılan bir eser
olması bakımından da büyük önem arz etmektedir.
Prof. Dr. Hulusi Behçet : (Adı ile
anılan Behçet Hastalığını bulan Türk)
Hulusi Behçet, 20 Şubat 1889 tarihinde İstanbul'da doğmuştur. Tıp
öğrenimini 1910 senesinde tamamlamış ve 1914 Temmuzuna kadar Gülhane
Dermatoloji Kliniğinde Eşref Ruşen, Talat Çamlı ve bakteriyolog Reşat Rıza
hocaların yanında asistan olarak çalışmıştır. Hulusi Behçet dermatolojide bir
çok konuyu ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. 1920 yılından itibaren çeşitli
dernek toplantılarında ve bazı yazılarında deri layşmanyazında (şark çıbanı)
çivi belirtisi bulunduğundan bahsetmeye başlamıştır.
Ülkemizdeki arpa uyuzları konusunda çok sayıda yazı yazmıştır.
Hatta yurdumuza ait parazitlerin tür ve cinslerini de saptamıştır.1
Karadeniz kıyılarında arpa çuvallarını taşıyan hamalların arpa uyuzuna yakalanmamak
veya tedavi amacıyla sık sık denize girdikleri şeklindeki gözlemini sonraki
yıllarda yazdığı ders kitabında belirtmiştir.
Hulusi Behçet, 21, 7 ve 3 yıl takip ettiği üç hastada ağız ve
genital bölgede aftöz belirtiler, gözde de çeşitli bulgular bulunduğunu gözler
ve bunun yeni bir hastalık olduğuna inanır. 1937'de bu görüşlerini
"Dermatologische Wochenschrift" de yazar ve aynı yıl Paris'te
Dermatoloji toplantısında sunar. Avrupalı doktorlar yeni bir hastalığın
varlığına karar verirler. 1947'de Zürih Tıp Fakültesinden Prof. Mischner'in
Uluslararası Cenevre Tıp Kongresinde yaptığı bir öneriyle, Dr. Behçet'in bu
buluşu "Morbus Behçet" olarak adlandırılır. Böylece daha başlangıçta
Behçet Sendromu, Trisymptom Behçet, Morbus Behçet adlandırmalar ortaya çıkar.
ER-HA / BEYKOZ / TARİH